23 Haziran 2010 Çarşamba

brain storming

  • insanlar artık hotel california isimli kıytırık şarkının kendisinden daha kıytırık olan hikayesine inanıp duygulanmasın, kendinden geçmesin. yok otele gitmiş de otel yanmış, sırlar dünyası bölümü.
  • nothing else matters da dinlemeyin artık.
  • ya gerçekten, ingilizce veya herhangi bir yabancı dili iyice bilmiyorsan, rahat bırak onu. çok komik gözüküyor,cümlenin am is are ını yazmayı unutan görüyorum lan, bu nasıl bir heyecan. google translator falan da hepsi yalan işler,ben de denedim fransızca yazılar yazmayı oraya buraya da, rezil oluyor insan sonra.
  • duygusal yazı yazma kompleksim var, çok ciddi. okuyunca çok ezik geliyor. samimiyetsiz. bir önceki yazı da öyle mesela, çok da duygusallığı falan yok gerçi ama, başlangıç cümlesi yeter bir kez, okudum güldüm.
  • planların insanı değilim, ne zaman bir şey için plan yapsam, bir terslik çıkıyor, hiçbir terslik çıkmadıysa da ben kendim bir terslik çıkarıp o plana uymuyorum. çok anarşistim aslında. kjdhjkfhs.

10 Haziran 2010 Perşembe

otobüs

Normal şartlarda çocukları çok severim. gerçekten. bence yetişkinlerle anlaşmaktan çok daha kolay çocuklarla anlaşmak. iyi de geçinirim geneliyle. hatta baba olmak en büyük hayallerimdendir.

gel gör ki bir de "otobüs vakası" olarak adlandırdığım vakalar var. hani şu yaşıma kadar bir tane uzun mesafe yolculuğu hatırlamıyorum ki çocuk viyaklaması olmadan,sakin, huzurlu geçsin, olay sadece ağlamaları da değil, arka koltuğu tekmelemek olsun, ıklamaları gıklamaları olsun, muavin,hostesle aralarındaki garip disiplinleri olsun, hiç hoşlanmıyorum. küçük bir bebek ile ilgili en cani, acımasız hayallerim otobüslerde oluşuyor haliyle.

ikinci bir konu da istisnasız her zaman biletlere ya ismimin ya soyismimin yanlış yazılması, melih çebe den tutun, merih çevik e kadar. bugün de melik çebi yazdılar.

son aklıma gelen de, otobüslerde dağıtılan şu salak keklere neden bu kadar heyecanlanıyoruz acaba. hani tanesi 10 kuruşa bile gelmiyordur. istesek otobüsten inince belki kolisiyle alabiliriz ama. o bilete verdiğin 30-40 liranın hiç değilse 10 kuruşunu da olsa geri aldığını sanma hissi güzel.

9 Haziran 2010 Çarşamba

size de aynısı oluyor mu bilmiyorum.
ne zaman oturduğum bir mekanda final countdown çalmaya başlasa, böyle bir yerden rüzgar yüzüme doğru esmeye başlasın istiyorum, sigaramı küllüğe artist bir şekilde bırakıp, ya da bilmiyorum ayaklarımın altında ezmek de olabilir, dünyanın en kuğl adamıymış gibi yürüyerek mekanı terketmek istiyorum. çıkış kapısını açtıktan sonra da şöyle etrafıma bakarak bir gülümseyim,dişlerimi göstermiyim ama çünkü baya çirkinler, sonra da bir yere gideyim işte.
anlatınca scrubs tan komik bir sahne gibi gözükmüş.
hiçbir zaman böyle şeyler olmuyor tabi, onun yerine bu anlattıklarımı düşünüp gülmeye başlıyorum ve yanımdakilere anlatıyorum, onlar da gülüyorlar.

çok sıkıldım. hayatımın bu kadar yoğun, daha doğrusu dikkatimi dağıtacak aktivitelerle geçtiği bu döneminde böyleysem, önümüzdeki yazdan korkmuyor değilim. mesela aslında bu gece beni eğlendiren tek şey, arkadaşımın banyosundaki garnier isimli yüz maskesi-peeling tarzı şeyi işerken görüp,yüzüme sürdükten sonra, aynadaki beyaz yüzüme bakıp, koyu bir alman aksanıyla gağhniye dememdi.

saat 02.09,
kafamdaki anılar bir türlü siktirolup gidemediler.
mutfaktaki kuru fasülyeyi düşünmeye çalışıyorum ama olmuyor.
iyi geceler.

6 Haziran 2010 Pazar

saat kaçmış bakalım, 22:24
bugün yine çok fazla yağmur yağdı,o da olmasa birşeyler yazmak aklıma bile gelmeyecek.
aklımda hiçbirşey yokmuş gibi.

yıllardır söylediğim ve hep yalancı çıktığım bir cümle var.
"ben bunu yapmayacağım."
ne zaman kendi kendime asla falanca bir şeyi yapmam diye telkinde bulunsam, kendimi o spesifik şeyin tam da ortasında buluveriyorum. tabi bu durumdan "şey" diye bahsederek fazla açık olamıyorum sanırım. bir örnek bulayım. basit bir şey olsun ama.heh, lost mesela. lost etrafımdaki herkesin ağzında sakıza dönüştükçe, git gide izleme hevesini kaybetmiş oluğum bir dizidir. hiç de ilgimi çekmemiştir şimdiye kadar. ama 3 gündür kendimi, arkadaşımla, sanırım 6 sezonluk olan bu dizinin son sezon bölümlerini izlerken buldum. oturmuş olayları kendi çapımda anlamlandırmaya çalışıyorum, tuvalete giderken diziyi duraklatıyorum.

bu basit bir örnek tabi. bundan daha ciddi şeyler de var.
gelecek için de geçerli bu mesela. kendimi uzun süredir uzak tutmaya çalıştığım bir gelecek vardı. ve asla kelimesini kullandıkça mıknatıs gibi o geleceği üzerime çektiğimi farkettim.
ilginç işler.
neyse.

üniversitenin ikinci yılı da bitti. 3. sınıf öğrencisi oldum.
hala ankaradayım. uzun bir süredir devam ettirdiğim "herşeyi yavaştan alma" düşüncesi baya iyi çalışıyor. hiçbiryerde bekleyenim yok diye ailemin yanına jet hızıyla dönmedim mesela. takılıyorum öyle, ne zaman döneceğime kafam karar verecek. bir bekleyen varsa da devam etsin.

uyurken sıfır ses çıkaran insanlar çok ürkütücü. şimdi cam kenarına geçip bir sigara içeceğim. çünkü burası da fazla sessiz olmaya başladı.