8 Kasım 2010 Pazartesi

üvey evlat muamelesi gören oyuncaklarımız

Oyuncak kavramının hayatımdaki yeri büyük oldu hep. Bu 5 yaşındayken de böyleydi, 20 yaşındayken de böyle. Muhtemelen 30umda da bir şekilde hayatımda olacaklar. 12-13 yaşlarındayken annem "bir iki seneye yüzlerine bakmayacaksın o zaman göreceğim seni" demişti. O bir iki sene bi türlü geçmedi ama.

Tamam, bu yaşta bir çocuk olarak, final zamanı oturup oyun da oynamıyorum, hatta uzun süredir "oyun" kapsamında yaptığım tek faaliyet drama derslerimdeki abukluklar ve bazı geceler arkadaşlarla oynadığım batak oyunu. Ama zaten bahsettiğim şey oturup oyuncaklarla kurduğum senaryolar değil, bu cümlenin sonunu getiremedim. Bahsettiğim şeyi ben bile bilmiyorum sanırım. Ama bildiğim bir şey var, bana bunu yapan bir şey varsa o da winnie the pooh daki christopher robin karakteri, bu sayıyı ikiye katlarsak toy story deki andy olabilir.

Üçüncü paragraftayım ve hala sadede gelemedim ama şu amaçla başladım yazıya; Küçük bir çocukken aklım fikrim ya teknoloji harikası oyuncaklar, ya marka olmuş karakterlerin pahalı oyuncaklarındaydı. Özetle oyuncağın kalitesi ona verdiğim manevi değerle doğru orantılıydı. Ki hala öyle, aradan zaman geçti, ben hala bir şekilde oyuncaklarlayım, artık sevdiğim sanatçıların yetişkinlere yönelik, tasarım oyuncaklarını alıyorum oayrı tabi ama bu cümlede bile "evet çok para yatırıyoum onlara" iması var biliyorum.


Evet sıkılıp da okumayı hala bırakmadıysanız geldim sadede. Aklımız fikrimiz pahalı, kaliteli, marka oyuncakdayken gerçekten birikte iyi vakit geçirdiğimiz, amacına uygun olarak eğlenme kafasında kullandığımız oyuncakları unuttuk mu acaba. Ben internette bulduğum birkaç eski oyuncaktan sonra böyle düşündüm . Çünkü birazdan göstereceğim oyuncaklar, pahalı oyuncakçılardan çok, kırtasiyede, bakkalda, herhangi bi tezgahta, hatta bir çocuk dergisinin hediyesi olarak sunulan türden olanlar. Maddi değeri düşük olduğu için elimize geçtiğinde de ağzına sıçtığımız, parçalayana kadar oynadığımız türden oyuncaklar diyeyim daha açık konuşmak adına.

haydi başlayalım;

küçük lastik top
Ya kimse hayatının bir döneminde bu lastik toplardan birine sahip olmadığını söyleyemez bence. Bahsettiğim olayın en alt basamağıdır çünkü bu. topların satıldığı makineler özellikle alışveriş merkezlerinin en işlek köşelerine konur ve o günkü alışverişten kendine pay çıkaramayan çocuk son hamlesini "anne bir milyon ver top alıcam" cümlesiyle yapar ve tüm gün onu eğlendiren bu renkli topu ya en sonunda ulaşamayacağı bir yere fırlatır ya da dişleriyle parçalar.

slinky:
Slinky biraz daha 90ların başına ait bir oyuncak sanırım. Herkes aşinamıdır bu oyuncağa bilemiyorum o yüzden ama uzun süre eğlence aracımız olan bu saçma şey, en sonunda erkek kardeşimin boğazıma sararak gerçekleştiği suikast girişimi sonrasında annem tarafından parçalanarak imha edilmişti.

Konuşan salak papağan:




Şahsen sahip olmadığım bir oyuncak, oldum olası papağanlarda nefret eerim, o yüzden bu salak oyuncağı da görünce bu kategoriye almak istedim. sahip olsam 3 güne parçalamıştım çünkü.


plastik askerler:




oyuncak tarihinin en ezik, değersiz oyuncağıdır belki. sonları eninde sonunda çöp kutusu olmuştur. zira oral döneme yeni geçiş yapmış olan çocuklar dişlerini bu oyuncağı da deforme etmek için kullanır. kabul edelim, plastik lezzetlidir.

tangle:





önceleri uçaklarda çocuklar oyalansın diye dağıtılan bu oyuncak, 2000li yıllarda coca cola kampanyasının girişimleriyle az da olsa değer kazandı. en azından benim gözümde.


slimy:





Türkiyede slimy ismi ile ünlü olduğundan şüpheliyim ama, okula en yakın kırtasiyede satılan, içinde göz,bebek ölüsü,örümcek gibi oyuncaklar bulunan bu yarı akışkan şey elinde oynadıkça hacmini yitirir ve en sonunda bir sümük parçasıyla ayırt edilemez hale gelirdi.


plastik yılan:






Hiçbir zaman istenilen amacına ulaşamadı. ailemizi arkadaşlarımızı korkutmak adına alıp koltuk, gazete, kitap arasına yerleştirmek, hatta abartıp kurbanın yüzüne fırlatmak suretiyle oynadığımız bu oyuncak hiç kimseyi yeterince korkutamadı.



ve diğerleri:


pazar davulu

ipli topu sayesinde kafa göz yaran pingpong raketi

amaçsız eko yaratan mikrofon



plastik tavuk





isim veremediğim merdiven çıkıp kaydıraktan kaydırmalı oyuncak




skip ball muş adı.

bu listeye binlercesi eklenir tabi. aklına gelen ulaşabilir ama.



edit: listede tek eksik olduğunu düşündüğüm mıknatıslı balık tutma oyuncağı Cumhur arkadaşımızın desteğiyle bizlerle. buyrunuz;

6 Kasım 2010 Cumartesi

bir önceki yazıda red diyordum ya. oldu valla.

cuma sabahı en sevdiğim ceketimle atkımı alıp gittim yine o konsolosluk önüne. girdim içeri, artık kanka olduğum güvenlik görevlisi hildaya buenos dias dedim. Yüzünü görmeye bile katlanamadığım görevliye yüzümde sahte bir gülümseme ile elimdeki kağıdı uzattım. bir kaç dakika sonra bana geri dönüp bulunduğu camın arkasından vizeniz reddedildi diye bir cevap verdi. İşte o anda ekran ikiye bölündü, expectations and reality başlıkları altında, hani 500 days of summer filmindeki gibi. expactations kısmında, cama geçirdiğim yumrukla beraber yakasından tutup yanıma çektiğim yaşlı bunağın yüzüne tükürüp, bana bir yere vize verecek kişi çok derken, herif de securitas! securitas! diye bağırmaktaydı. fakat reality kısmında; sahte gülümsememin yerini alan bön ifade ile birlikte gerekçe belirtilmiş mi diye sordum, daha sonra imza atmam gereken yer için kalem rica ettim, imzamı atıp çıktım,bulduğum bir yere oturdum kaldım. ne de olsa daha önce hiç reddedilmemiştim, hiç bir konuda. ahahahah. daha sonra harcadığım bir milyara yakın parayı düşündüm, bir bardak su içtim, yetmediğinden olsa gerek gece için planlar yapmaya başladım, mümkün olduğunca alkol ve yüksek sesli müzik içeren.

Bu gibi durumlarda içine girdiğim amaçsızlık hissinden kurtulmak imkansız. hayal kırıklığına uğradığımda genelde ilgimi alakasız bir alana veririm kafamı dağıtmak için. arkadaşlarıma yönelirim, elektroniğe yönelirim, alışverişe yönelirim. ama derslere yöneldiğim hiç olmamıştı. bu ara yine içine girdiğim "niye yaşıyoruz ki lan" temalı pesimist düşüncelerden kurtulmak adına, nefret ettiğim hocaların dersinde en öne oturup, derslerinde deliler gibi aktif olmaya başladım. ne kadar sürer bilmem.

bayramda barcelonada boğa kesme planları yaparken, tekirdağda koyunla, kuzuyla yetinmek olmayacak ama.