28 Temmuz 2010 Çarşamba


bugün 2820600 puanla bomberman oyununu bitirdim. ilk defa olmuyor bu. küçükken de bir ara yapmıştım, milyarlarca gün uğraş sonunda, ama bugün 1 saatte 50 bölümü bitirdim.evet böyle gereksiz bir konudan dolayı burdayım. anı olarak da en sevmediğim en şeytan iki karakterin ölüm anlarını print screen aldım.


neyse konu şu, hani o yaşlarda ingilizce bilmemenin de verdiği angutlukla oyun bitirme denilen işlemi gerçekleştirdiğinde, karşına ne olduğunu anlamadığın bir yazı çıkması kadar tatminsizlik verici bir durum yoktu. insan istiyor ki bir film başlasın, ne bileyim, allah senden razı olsun al sana uçak biletleri kalemize bekliyoruz desinler. ya da doğacak çocuğumuza senin ismini vereceğiz desinler.düğünlerine nikah şahidi yapsınlar. kısaca anlayalım lan ne oluyor biz kıçımızı yırtıp bu oyunu bitirdikte. işte bugün bombermanin sonudna çıkan yazıyı anlamamla dünyanı nen büyük aydınlanmasını yaşadım.bkz:

meğerse bizim olayımız bu bombermani insan yapmak mış, üstelik bu insan kim,lode runner oyunundaki insan. yani lode runner oyunu bir nevi bombermanin devamı oluyor. lakin bu durumda şunu farkettim.

lode runner oyununda bu insancığımızın öldürmeye çalıştığı yaratıklar, bizzat kendisinin bomberman deki evolve öncesi hali. üstelik neden kovalıyor bu ayımsı şeyler adamı. acaba türümüze ihanet ettin diye maykıl ceksın gibi falan mı görüyorlar. ayrıca bizim ayı insan olunca neden hemen altının cevherin paranın peşine düştü.
şimdi bu sırrı öğrenmek için bu oyunu da bitirmem mi gerek. bu nasıl bir aşkı memnu kafası.
vazgeçtim ben, dil bilmediğimiz zamanlarda iş daha kolaymış.

23 Temmuz 2010 Cuma

biraz update zamanı

her gece uyanıp kafaya diktiğim buzdolabındaki soğuk su şişesinin aynı işlemi tüm ailem tarafından gördüğü bir kaç dakika önce kanıtlandı. az önce uyanan babamın önce ayak seslerini, sonra buzdolabı kapağının açılma sesini, ve daha sonra o en acı veren ses,su içme sesini duyduktan sonra arkama döndüm ve o acı gerçekle yüzleştim. aynı şişeden tüm ailem kafaya su dikiyor. bu şey gibi bir his. 1 yıldır kullandığın diş fırçasını tüm ailenin kullandığını öğrenmek gibi. hayat acımasız.




bazı kelimeler var, onlar hangi dilde olursa olsun o türkçeleştirilmiş haliyle okunmak zorunda. öyle.. bunu yüksek eğitimini ingilizce üzerine alan biri olarak söylüyorum hem de. "converse" bir marka olarak hiçbir yerde "kınvöğs" diye okunamaz mesela. olmuyor. türkçe bir cümlenin içinde olmuyor işte.veya şu film; avatar. şöyle bir cümlenin içinde ; "- abi eağvıtağr ın tek olayı 3d." ı ıh, yine olmadı. avatar o işte.




hep soruyorlar, bu çizdiğin resimleri kafanda planlayıp mı çiziyorsun, yoksa başladıkça mı gelişiyor spontane diye, bugün bunun kanıtı olan iki resim çizdim. şimdi onları yükleyeceğim buraya,ilk 1.sini çizdim, aradan iki üç saat sonra 2.ye dönüştü çizim.






bir de gitmeden bir şey daha eklemek istiyorum ama ne olduğunu bilmiyorum. şöyle diyim; ciddi anlamda zaman dediğimiz kavram her derde deva. bunu zaten ilk defa benden duymuyorsunuz ama,öyle. aklınızın bir yerinde bulunsun.

4 Temmuz 2010 Pazar

kek yiyince aklıma geldi

Bence hepimiz o günü yaşadık.
şanslıysak bir yabancının evinde, ya da bir yakınımızda, şanssızsak kendi evimizde.

Okuldayken, öğlenci olmadığımıza küfür ettiğimiz tek gün, okulun çıkış zilinin çalmamasını istediğimiz tek gün,ayaklarımızın eve gitmek istemediği o gün.
evet o "gün" den bahsediyorum.
hani altın günü olanı vardır,dolar günü, havlu gününü de duydum ama yaşamadım hiç.

Yalnız değilsiniz, hepimiz gerçek nefretin ne demek olduğunu o zaman öğrendik. öz annenizin, odanıza küçük salak birçocukla, hatta belki bir kaç tanesiyle gelip, "hadi abinle/ablanla oyna" ya da " çok sıkılmış abisi/ablası, azıcık bilgisayar oynat" ve benzeri cümleleri kurduğu gibi odanızın kapısını kapatıp gittiği an nefret ettiniz siz de, biliyorum. tanımadığın çocuk alık alık yüzüne bakarken, çocuktan da nefret ettin. daha da kötüsü, eve biraz geç gelmişsen, odana girdiğinde karşılaştığın bir grup çocuğu gördüğünde, tüm insanlıktan, hayattan nefret ettin. hepimiz ettik.

Kendi evinde hapis hayatı yaşadığın o saatlerde, tuvalete bile kaçamak gittin. Çünkü biraz da büyümüşsen-büyümekten kastım öyle çok büyümek adam olmak değil, ergenliğe girmek yeterli- biliyordun ki annen seni odanın dışında yakaladığı ilk fırsatta, "gün camiasına" defile yaptırmak üzereo korkunç salona atacak, işte bu da benim ortanca/ küçük/büyük oğlum/kızım diyecek ve karşınızdaki kadınların gözü, içinde bir tatlı,bir tuzlu bir de salata olan tabaklarından size yönelecek, yorumlar başlayacak, kaçamayacaksın. Bu yorumlar,sorular içerisinde benim en garip bulduğum; "bilmemne öğretmeni tanıyor musun, benim oğlumun öğretmenidir o?" sorusudur. Hiçbir zaman bu soruya tatmin olabilecekleri bir cevap veremedim. Oysa istediğim "tabi ki tanıyorum, 7 yaşına kadar beni o büyüttü." ya da "8-10 yaşları arasında tutkulu bir ilişki yaşadık kendisiyle" gibi cevap vermekti.

Bu bahsettiğim cehennemden bir "gün" havasında geçen günün akşamı da bir o kadar iyidir ama. Akşamüstüne doğru pılını pırtını toplayıp giden misafirlerden sonra, ilk önce bir kere kendinize verdiğiniz oda hapsinin sona ermesinin verdiği mutlulukla evde akrobatik hareketlerle gezersiniz. Mutfakta annenizin normal zamanlarda mikseniz yapmayacağı yüz çeşit gün yemeği artık sizindir. başka hangi "gün" ün sabahına amerikan salatası ile başlar ki insan mesela?

İşte böyle, ne zaman kek, kısır yesem o korkunç günler aklıma geliyor. sizin de geliyorsa, kendinizi kötü hissetmeyin, acınızı paylaşıyoruz. bizim gibi insanlar için bir fon bile oluşturduk.
2244 e atacağınız boş bir mesajla "kadın günlerinde çocuklarını günübirlik yurtdışına yollama" vakfımıza siz de katkıda bulunabilirsiniz. benim yollayacağım mesajla ne olur demeyin. çok şey olur. biz yaşadık, çocuklarımız yaşamasın.

AKLJSDHLHSDLSA
bitti.