6 Kasım 2010 Cumartesi

bir önceki yazıda red diyordum ya. oldu valla.

cuma sabahı en sevdiğim ceketimle atkımı alıp gittim yine o konsolosluk önüne. girdim içeri, artık kanka olduğum güvenlik görevlisi hildaya buenos dias dedim. Yüzünü görmeye bile katlanamadığım görevliye yüzümde sahte bir gülümseme ile elimdeki kağıdı uzattım. bir kaç dakika sonra bana geri dönüp bulunduğu camın arkasından vizeniz reddedildi diye bir cevap verdi. İşte o anda ekran ikiye bölündü, expectations and reality başlıkları altında, hani 500 days of summer filmindeki gibi. expactations kısmında, cama geçirdiğim yumrukla beraber yakasından tutup yanıma çektiğim yaşlı bunağın yüzüne tükürüp, bana bir yere vize verecek kişi çok derken, herif de securitas! securitas! diye bağırmaktaydı. fakat reality kısmında; sahte gülümsememin yerini alan bön ifade ile birlikte gerekçe belirtilmiş mi diye sordum, daha sonra imza atmam gereken yer için kalem rica ettim, imzamı atıp çıktım,bulduğum bir yere oturdum kaldım. ne de olsa daha önce hiç reddedilmemiştim, hiç bir konuda. ahahahah. daha sonra harcadığım bir milyara yakın parayı düşündüm, bir bardak su içtim, yetmediğinden olsa gerek gece için planlar yapmaya başladım, mümkün olduğunca alkol ve yüksek sesli müzik içeren.

Bu gibi durumlarda içine girdiğim amaçsızlık hissinden kurtulmak imkansız. hayal kırıklığına uğradığımda genelde ilgimi alakasız bir alana veririm kafamı dağıtmak için. arkadaşlarıma yönelirim, elektroniğe yönelirim, alışverişe yönelirim. ama derslere yöneldiğim hiç olmamıştı. bu ara yine içine girdiğim "niye yaşıyoruz ki lan" temalı pesimist düşüncelerden kurtulmak adına, nefret ettiğim hocaların dersinde en öne oturup, derslerinde deliler gibi aktif olmaya başladım. ne kadar sürer bilmem.

bayramda barcelonada boğa kesme planları yaparken, tekirdağda koyunla, kuzuyla yetinmek olmayacak ama.